Mostar: Aşk ile Atlamak


Mostar'a Saraybosna'dan tren ya da otobüsle ulaşabiliyorsunuz. Başçarşı'dan binilen 1,3,4 6 nolu tramvaylar sizi direk tren garı ve otobüs terminaline ulaştırıyor. Tren istasyonunun heybetine aldanmayın, seferler çok kısıtlı ve otobüsle ulaşım daha hızlı.

Trenle seyahat konusunda ısrarlı da olsam gardan içeri girdiğimizde istediğimiz gibi bir sefer bulamayıp terminale yönleniyoruz. Bir iki otobüs firması var Bosna-Mostar arası çalışan çok takılmadan alıyoruz biletlerimizi ertesi gün için.

Tek yön 17km , zaten sadece tek yön satış var, iner inmez Mostar'dan dönüş biletimizi almayı not ediyoruz aklımızın bir köşesine...

Sabah erkenden yola koyuluyoruz otobüsümüz 8:15'te. 13 peronluk terminalin 12. peronunda külüstür Mercedes otobüsümüz bizi bekliyor. Çocukluğumda bindiğim şehirler arası otobüsler geliyor aklıma... Evet bunlar onlar... Ülkenin yaşadıklarını göz önünde bulundurunca buna da şükür diyor insan... Terminal'de dikkatimizi çeken, ufak birahanelerde sabahın köründe biralarını yudumlayan ihtiyarlar. Erken başlıyorlar burada insanlar demlenmeye...

Ve gacır gucur... Yola koyuluyoruz...
Ufak bir not, bilet numaralarına göre oturulmuyor. Önce gelen oturuyor kısacası... Neyse ki Beşiktaş tribünlerinden alışığız bu duruma...

Yolculuk yem yeşil vadiler arasından ve şirin kasabalar arasından devam ediyor. Yol üzerindeki Konjic ve Ostrozac kasabaları doğa güzellikleriyle (göller, dağlar, nehirler, köprüler...) özellikle dikkatimi çekiyor. Gerçekten enfes bir manzara eşliğinde seyahat ediyoruz.

Tam 2,5 saatte ulaştığımız Mostar otobüs terminalinde iner inmez dönüş biletlerimizi alıyoruz. Mostar merkezi 10 dakikalık yürüme mesafesinde. Nehre ulaşıp bulduğunuz ara sokaklarda sola doğru yürümeniz yeterli.
Ortaçağdan kalma bir Osmanlı köyü Mostar adeta.
İtalya'da Toskana'nın bir köyünde dolaşıyor gibiyim tek fark çan kuleleri yerine camii minareleri süslüyor şehrin silüetini...
Mimar Sinan'ın talebesi Mimar Hayrettin tarafından inşa edilen tarihi köprü yüzyıllara dayanan tarihine rağmen ihtişamını halen koruyor.

Osmanlı izleri gözle görülür şekilde belirgin. Köprünün her iki yakasına doğru uzayan çarşı görülmeye ve gezilmeye değer. Savaşın izleri Mostar'da da kendini gösteriyor. Birçok binada kurşun iziyle kaplı ve birçok binanın terkedilmiş olduğu, bazılarının kullanılamayacak kadar hasar aldığı görülebiliyor. Mostar da Saraybosna gibi yaralarını yavaş yavaş sarabiliyor...

Şehrin tamamına hakim Hum tepesine dikilen koca haç bir anlamda anlatıyor yaşananları. Savaş döneminde Hırvatlar tarafından dikilmiş devasa haç, Müslümanlara korku salmak, umutlarını kırmak için. Bir diğer amaç da camilerin minareleri üzerinden hilallerden daha yüksek bir noktaya haç dikmiş olmak. Savaş sonrası şehrin gençleri tarafından yıkılmak istenen haç'a Aliya İzzetbegoviç engel olmuş. Hem savaşın unutulmaması, hem de Haç'ın gökyüzündeki Hilal'in hiç bir zaman üzerine çıkamayacağı için.

İstesek denk getiremeyeceğimiz bir şekilde mükemmel tarihi bir etkinliğin de bugün gerçekleşeceğini öğreniyoruz köprüye vardığımızda. 448.si düzenlenecek olan Mostar Köprüsünden atlama şenliği tam da bugün yapılacak.
Yüzlerce yıl önce şehrin erkeklerinin sevgililerine cesaretlerini kanıtlamak için başlattıkları atlayış geleneği artık resmi bir müsabaka şeklinde devam ediyor.

Saraybosna ve çevre ülkelerden katılan sporcular madalya için dik ve balıklama olmak üzere iki ayrı kategori'de mücadele ediyor.

1993'te Hırvat tanklarının saldırılarına dayanamayıp Neretva nehrinin sularına gömülen Mostar Köprüsü' nün eski hâline uygun olarak yeniden inşası çalışmaları 1997'de başlanmış. Bombardımandan ve suyun içinde bozulmaya uğramış taşlar yapıda tekrar kullanılamadığından, orijinal taşların çıkarıldığı, günümüzde kapalı olan taş ocağı tekrardan bu iş için açılıp, aynı ocaktan çıkarılan taşlar köprünün yapımında kullanılmış.
30 metre uzunluğundaki, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalışma 2002'de başlamış ve kilit taşı Ağustos 2003'te yerine konmuş.

Yarışmadan bağımsız ilk atlayışı bir baba ile oğul yapıyor. Baba önden atlayıp oğlunu cesaretlendiriyor. Oğlu bir süre sonra cesaretini toplayıp atlıyor, kenardaki kayalıkta bekleyen baba suya tekrar dalıp oğlunu suda karşılıyor. İkisinin de yaşadığı sevinç görülmeye değer, bu olaya ne kadar değer verdiklerini anlıyorsunuz görünce.


Sadrvan

Öğle saatleri yaklaşınca zil çalan karınlarımızı doyurmak için geleneksel lezzetleri başarılı bir şekilde sunan Sadrvan'a gidiyoruz. Yemek için çok seçenek var ancak seyahat öncesi yaptığımız  araştırmalar buranın iyi bir seçenek olduğu yönündeydi. Öyle de oldu, servis ve lezzet gayet yerinde fiyatlar ise gayet makuldü. 2 ayrı Menü var biri işi bilmeyen turistler için "popüler" lezzetleri diğeri ise işi bilenler için "yöresel" lezzetleri barındırıyor...
Burası eski bir Osmanlı konağı dolayısıyla dekorasyondan çalışanların giyim tarzına kadar her şey Osmanlı tarzı.
Tabi ki yöresel menü'den sipariş edip, önden geleneksel "Begova" Çorbası ile başlıyoruz. Arkasından enfes soğan dolması ve Cevabi (köfte) ve finali Baklava ve Tufahija ile yapıyoruz.
Özetle, Begova çorba et suyu çorbası ve çok lezzetli. Soğan dolmasını resimde görebilirsiniz bence pek anlatmaya gerek yok, geldiyseniz muhakkak yiyin... Baklava bizim ev baklavısını andırıyor ve cevizli yapılıyor. Tufahija ise bir tür elmalı tatlı (cevizli). Ben denediğim tüm yemekleri beğendim diyebilirim. Ve unutmadan elbette kapanışta türk kahvesi... Lezzeti bir yana sunumu harika...

Derken yağmur başlıyor... Gün boyu aralıklarla hep hatırlattı kendini sağolsun... Balkanların havası da böyle... Gün boyunca güneş ve yağmur aralarında yarışıyorlar... Bir süre yağmurun geçmesini bekliyoruz ama bu sefer can sıkıcı hale gelmeye başlıyor uzadıkça. Ve sıkılan canlar yağmura aldırış etmeden atıyor kendini dışarı. Sıradaki durağımız Turkisch House diye bilenen bir köşk. Muhtemelen eski bir paşadan kalma, şu sıralar müze / pansiyon gibi işletiliyor. Sora sora ulaştığımız yer Türk evi değil Mostar'daki Türk Konsolosluğu... Neyse ki Konsolosluk çarşının içinde ve merkezden uzaklaşmamış, gelmişken görmüş olduk...

Konsolosluğa bir selam verip yolumuza devam ediyoruz. Ev biraz sapa bir yerde olduğu yolda gördüğüm iri yarı biraz da asık suratlı birine yol tarifi soruyorum. Birde yüzündeki asıklık dağılıyor... Yumuşak ve zayıf bir İngilizceyle gelin götüreyim sizi diyor. Yolda sormadan kendini tanıtıyor sormadan, "Adım Celal, Müslümanım, siz de öyle değil mi?" Az önce yüzündeki değişimin sebebini öğrenmiş oluyoruz böylece. "Evet, benim de adım Onur, tanıştığımıza memnun oldum" diyorum.
Sonra anlatmaya devam ediyor Celal, eşi yakın zamanda doğum yapmış adı Aynur. Savaş sonrası işsizliğin artışını ve şehrin hala toparlanamadığını anlatıyor. Tanıştığım bir çok insanda yaşadığım his burukluk, acımayla utanma arası tanımlanamayan mahcubiyet.

Konağa ulaştığımızda el sıkışıp ayrılıyoruz Celal'den. Günümüzde Hotel olarak işletilen evin giriş ücreti 2km.

Dönüş için küçük bir uyarıda bulunayım, yazının başında bahsettiğim gibi bilette koltuk numarası yazmasına rağmen otobüste numara olmadığı için ilk gelen oturuyor. Dönüş yolunda ayakta kalma ihtimaliniz olduğunu belirteyim ve tekrar kalkış saatinden en az yarım saat önce terminalde olmanızı tavsiye edeyim...

Yorumlar