Paris'te 3.Gün



08 Mayıs 2012




     Bugün 8 Mayıs yani 2. dünya savaşının bittiği gün... Fransızlar için özgürlük günü ve resmi tatil... Bu sebeple Fransız arkadaşımız da bize eşlik ediyor. Onun rehberliğinde bisikletlerimizi alıp bir diğer önemli alışveriş bölgesi olan Galeries Lafayette ve çevresini gezerek başlıyoruz güne... Metroyla Lafayette ulaşım çok rahat. 3,7 ve 8 nolu metroların kesişim noktası olan Opera durağı buraya gelmek için en ideal durak...


 
     Galeries Lafayette... Dışı ayrı bir güzel, içi ayrı bir güzel, tavanı apayrı bir güzel... Hiç bizim alışveriş merkezlerimize benzemeyen bir müze edasında ve bizim gibi alışverişi düşünmeyenler için de görülmeye değer... 100 yıldan fazla bir tarihi olan bu devasa alışveriş merkezinde aradığınız tüm markaların özel mağazaları mevcut... Öyle ki bazı özel bir kaç markanın ürünlerini yakından görmek için sıra bekleyen insanlar var (elbette Japonlar)... Küçük odalar hazırlanmış markaları içeride 3-5 kişi inceliyor ve bir kişinin içeri girmesi için önce bir kişinin dışarı çıkması gerekiyor... Enteresan bir nokta bu görülen iki resim sadece bayan giyim ve kozmetik ürünü satan Galeri. Buna benzer sadece erkek ürünü satan bir mağaza ile bir ev eşyası satan bina mevcut... Erkek ve Kadınlara ait iki ayrı bina ise bir köprü ile alışveriş merkezlerinin orta katından birbirine bağlanıyor...
     Galeries Lafayette'in beni en çok ilgilendiren yeri ise çatısı... Turistlerin bilmediği bu terasta sessiz sakin bir şekilde Paris'i izlemek (özellikle de Opera binasını) eşsiz bir duygu... Bir not, alışveriş merkezinin alt katında orta halli bir gıda marketi var... Her çeşit peynir ve et bulmak mümkün... Onun dışında bir de devasa bir şarap satış yeri var, girip gezebiliyorsunuz, yıl yıl ayrılmış bölümlerde Fransa'nın hemen hemen tüm şaraplarını bulmak mümkün...
     Galeries Lafayette dışında aynı çevrede alışveriş yapabileceğiniz yüzlerce butik ve mağaza'nın yanısıra Citadium ve Printemps gibi iki ayrı büyük alışveriş merkezi daha var... Özellikle Printemps en az turistik ve gezmesi rahat olanı...



Palais Garnier ya da Opera Garnier 


     Galeries Lafayette ile yan yana olan bu Opera binası hem Paris'in en önemli hem de Parislilerin en saygı duyduğu yapıtlardan biri. Academie Nationale de Musique olarak da anılan bu yapıtın inşa tarihi 1875. Napolyon Bonapart'ın bizzat olmasa da gene hanedanlıktan gelen 3.Napolyon tarafından inşa ettirilen bu bina hali hazırda aktif Opera sergilenen bir bina. Ancak öğrendiğime göre tarihi yapısı itibariyle burada sergilenen Opera'ların bilet fiyatları diğer salonlar sergilenen operalara göre biraz daha tuzluymuş.



Hak etmiyor değil... İç merdivenleri ve büyük bekleme salonu ve konser salonu şatafattan yıkılıyor... İçeriye yan kapıdan giriş ücreti ödeyerek girilebiliyor. Merdivenler, bekleme salonu ve konser salonun içi harici küçük bir opera müzesi ve kütüphanesi de barındıran bu yapıtın içini görmenizi tavsiye ederim... Çıkışta her zamanki gibi mekanla ilgili hediyelik eşya satan küçük bir işletme var ve enteresan şeyler bulmak mümkün...

Öğlen oldu ve karınlarımız hafif hafif acıkmaya başladı... Ama biz yemek yemeye gitmiyoruz tabi ki... En yakın bisiklet istasyonundan bisikletlere atlayıp bir Fransız gibi öğle yemeğini hafifçe geçirmek için peynir ve şarap denemeye gidiyoruz... Nereye mi...?



Galerie Vivienne

     Opera binasından yürüme mesafesinde olan 2.bölgedeki De la Banque sokağında yer alan Galerie Vivienne ve içindeki Lucien Legrand Filles et Fils (http://www.galerie-vivienne.com/en/index.php?q=legrand).
Daha pasajın içine girer girmez Aristokrat bir hava çarpıyor insanın yüzüne... Bu Şarap evine girdiğinizde ise doruğa ulaşan Aristokrasi ağlıyor... İki masada iki yaşlı çift oturuyor... Bir masada takım elbiseli ve resmi bir çift şaraplarını yudumlarken mağrur bir tartışma içindeler... Adam "baba" filminden fırlamış son derece kısık sesle ve elleriyle bir şeyler anlatıyor karşısındakine... Bayan ise son derece dikkatli bir şekilde karşısındakini dinliyor... Diğer bir masada ise Sartre ile Simon de beauvoir kadeh tokuşturuyorlar dermişimm... Yok artık...
Otururlarmış... Yaşıyor olsalardı diye düzelteyim... Duvalarda ahşap döşemeli raflar tavana kadar uzanıyor ve her yer, şarap şarap şarap... Fransadayız ya Napolyon'a bağlamamak mümkün değil... Her ne kadar eski görünümlü bir iç mimarisi olsa da çok enerjik bir mekan burası. Güler yüzlü iki bayan servis elemanı da (biri melez biri de uzakdoğu kökenli) bu pozitif enerjide pay sahibi...
Mekanın bir de üst katı var ki, bir şey içmeseniz bile gelip görmeye değer... Denediğiniz şarapları şişe olarak buradan temin edebiliyorsunuz... Bunun yanında Fransa'ya özgü birçok gıda ürünü de burada bulmak mümkün...

     Burada 3 klasik Fransız peyniri yanında 3 ayrı Fransız şarabı denedik... Bunlar;
- Bordeaux /  Pomerd 2007 (Kırmızı - Üretici: Chateau Petit-Villige)
- Bourgogne / Le Capille 2009 (Kırmızı - Üretici: Demaine Bijet)
- Bourdeaux / Sauternes 2000 (Beyaz - Üretici: Chateau Rieussee)

Üçü de birbirinden güzel bu şarapların... Özellikle kırmızı Bordeaux çok hoşuma gitti... Hiç bitmesin istemedim...!

    Peynirler ise Conte (hastasıyız), Saint-Nectar ve Saint-Mour... Fransızların beyaz peynirlerine tatil süresince bir türlü alışamadım ama kaşarları enfes gerçekten...

     Hesabı ödeyip üst kattan alışverişimizi yapıp, ağzımızda kalan enfes tatla yolumuza devam ettik...
Hedef bu sefer tüm gezinin en favori kilisesi "Notre Dame Katedrali". Mekan gene yürüme mesafesinde ama bisiklet daha kolayımıza geliyor ve atlayıp Seine nehri üzerinde Notre Dame'ı barındıran küçük adanın yolunu tutuyoruz...


     Hazır altımızda bisiklet varken biraz dolanarak gidiyoruz notre dame'a...


     Ağzımızın tadı bozulmasın diye yolda gördüğüm tatlılardan uzak tutuyorum kendimi ta ki paris'in bir çok yerinde görebileceğiniz italyan dondurmacısı Amorino'yu görene kadar...

     Çünkü artık kendimi tutmak için bir sebep yok... Damadığımda kalan enfes tad'a ihanet etmeyeceğim tek yer burası olabilirdi herhalde... Ben diyeyim 100 çeşit siz deyin 200 çeşit dondurma... Bizden farklı olarak top dondurma kavramı yok burada... Seçtiğiniz külah ebatı'na göre dolduruyorlar dondurmayı...



Notre Dame de Paris


     Ulaşım 4 no'lu metronun Cite durağından kolaylıkla yapılabilir. Anlatmaya çok fazla gerek olmayan bir yer... Kelimeler kifayetsiz kalıyor... Evliya Çelebi, Divriği Ulu Cami için, "Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır kalem kırıktır." demiş. Avrupa'nın da bir Evliya Çelebisi olsa muhtemelen benzer bir sözü burası için söylerdi... Gotik mimarinin ilk ve en önemli eserlerinden olan bu kilise Fransız devrimi sırasında biraz zarar görmüş olsa da sonrasında yapılan restorasyonla eski ihtişamına ulaşmış. Gotik mimarinin en görünür özelliği olan sivrilik ve bol pencere bu kilisede rahatlıkla gözlemlenebiliyor... Her ne kadar Ortaçağ'dan Rönesans'a geçiş döneminin bir ürünü olsa da kilisede ortaçağa ait ürkütücü ve sert objeler fazlasıyla mevcut.

 

      Kiliseye resimdeki açıdan bakıldığında sağ taraftaki köprünün korkulukları Avrupa'nın birçok yerinde olduğu gibi aşıklar tarafından istila edilmiş... Dünyanın bir çok yerinden gelen çiftler aşklarını burada bir kez daha sağlamlaştırmak için kilitlerini kilitleyip anahtarını Seine'e fırlatıyorlar...
 









Jardin du Luxembourg

 
      Aynı köprüden geçerek Seine nehrinin ikiye ayırdığı Paris'in güney kısmına geçtik... Bu sefer bisiklet almadık çünkü gideceğimiz yol hafif yokuş... St Michel Bulvarından yukarıya doğru çıkarken Luxembourg bahçeleri sağda kalıyor. Yol üzerinde solda Sorbonne Meydanı ve üniversitenin giriş kapılarından biri var, görülmeye değer.
     Ve biraz yürüdükten sonra ulaşıyoruz bu enfes bahçeye... Bir çok bahçede olduğu gibi Saray, göl ve dikdörtgen budanmış ağaçlar içinde göz alabildiğine uzanan bir bahçe... 1600'lü yıllara dayanan bir tarihi olan bahçe bugün turistlerin yanında öğrencilerin, özellikle de yakınlığı sebebiyle Sorbonne öğrencilerinin uğrak mekanlarından... Çocukların gözlerinden zeka fışkırıyor zaten bakınca... Hastasıyız...
Dolaşacak mecal kalmayınca tabanlarda, hastası olduğumuz yeşil ve yatar eğilimli sandalyelerden birer tane kapıp çevrenin keyfini çıkarıyoruz...








Place de la Contre Escarpe


Paris'te en sıcak barları bulabileceğiniz bölgelerden biri. Turist kalabalıklarından uzak, öğrenci mekanı hafif salaş ama özellikle iyi bira bulabileceğiniz bir yer arıyorsanız gelmeniz gereken yer burası. Meydan Paris'in 5. bölgesinde ulaşımı çok kolay. Bizim gittiğimiz mekan meydanın girişindeki Le Requin Chaqrin yani köpekbalığı Chaqrin... Fransız arkadaşın tavsiyesiyle birer Karmeliet isimli belçika birası ısmarlıyoruz... Bira çok iyi, içimi çok kolay, çok hafif ekşi bir aroması var. Alkol oranı yüksek sanırım %8, midede şişme yapmıyor ve 1-2 taneyle doyuma ulaşıyorsunuz. Bira lıkır lıkır akıyor, normal biralardan daha yüksek alkol oranına sahip olduğu gözardı edilmemeli aman dikkat... Mekana gelecekler için içeride Chaqrin'in kendisi asılı tavanda görmeden olmaz...

Karınlarımız çok acıktı. Tabanlarıma sancılar girse de tüm gün hayalini kurduğum midyeleri mideye indirmek için en yakın Leon'u buluyoruz cep'ten ve asılıyoruz son kez bisikletlere...



LEON de Bruzelles


Belçika menşeli bir restoran Leon, Paris'te tam sayısını bilmesem de 3-5 tane var sanırım. Midem çok sesli müzik yapmaya başladığından dalıyorum çat çut içeri hemen gözüme boş bir masa kestirdim tam davranacağım arkadaşım durduruyor beni. Noldu, diyorum... Garson gelip bizi boş bir yere yerleştirecek, diyor. Yani masaya kadar bize eşlik edecek... Racon buymuş... Vay anasını diyorum, neyse ki o sıra garson gelip bizi alıyor... Ee reverans yapmadı ama böyle olmaz ki diye düşünüyorum içimden, e o kadar da değil allah'ın midyecisi işte... Servis kalitesi çok iyi, mekanın içi zaten iyi. Hemen menüler falan filan... İki farklı soslu tencere midye, bir de menemen görünümlü tepside üzerine kaşar domates gömülmüş bir tabak midye , bir tabak da kızartma kalamar alıyoruz... Patates kızartması şirketten her masaya geliyor... Elbette belçika biralarımızı da şipariş ediyoruz, Pelford kendisi...  Güzel bira... 10 dak.ya geliyor derya kuzuları... Biz tabi aç kurtlar gibi dalıyoruz olaya, buraları geçelim... Ancak kalamara ayrı bir parantez açmam gerekiyor, taze ve iyi pişmiş, lokum gibi anında tükeniyor...

Midye tabağımın sonuna doğru masaya açık mayonez getiriyor garson, masa dolu olduğundan koyacak yer ararken biraz yukarıdan bırakıyor mayonez tabağını. Masaya çarpmanın etkisiyle birkaç damla mayonez benim neredeyse boş tabağa sıçrıyor... İşte beklediğim reverans burada başlıyor... Özür, özür, özür, garson iki büklüm benden neredeyse af diliyor, benimse alışık olmayan bedenim iki büklüm, önemli değil diyorum 50 sefer... "Dostum ne olacak iki damla mayonezden, canın sağ olsun" diyeceğim diyemiyorum adam özüre devam ediyor Fransızca... Neyse, en sonunda bizim Fransız arkadaşla bir şeyler konuşuyorlar ve gidiyor. "Yeni bir tabak daha geliyor sana" diyor arkadaş, anam diyorum...! İki damla mayonez ve yeni bir tabak daha... Biraz sonra benim sıfır km tabak geliyor, adam gene 50 sefer özür dileyerek bırakıyor masaya tabağı. Bu tabağı 3'ümüz paylaşıyoruz... Suratımızda mayışık bir gülümsemeyle 3 kişi için 60 euro civarı bir hesap ödeyip çıkıyoruz mekandan...

Yorumlar