Paris'te 2.Gün


07 Mayıs 2012


Le Musee du Louvre

     Sabah erken kalktık büyük bir gezme aşkıyla. Fransız gibi yaşayacağız dedik ya, kahvaltı için istikamet en yakın pastane. Ortalık zaten pastane kaynıyor ancak sorun şu ki tuzlu bir yiyecek bulmak çok zor. Paris'te kahvaltı deyince akla kruvasan ya da madeleine (kek) ile kahve geliyor akla.. Biz de ilk gördüğümüz pastaneden kruvasanlarımızı alıp koyuluyoruz yola.. İstikamet Louvre Müzesi...
15-20 dak. sıra bekledikten sonra içeri girmeyi başarıyoruz.. Giriş kişi başı 10 Euro.. 3 ayrı bölümü var müzenin ve aynı biletle 3 ayrı bölüme de girebiliyorsunuz.. İçeride alacağınız bir rehberle meşhur eserlerin hangi bölümlerde olduğunu tespit etmek mümkün.. Çoğu meşhur olan Monalisa (Her açıdan resim çekmeye çalışan Japon'lar yüzünden çok yaklaşmak sabır istiyor), Winged Victory of Samothrace, The Wedding Feast of Cana, Venus de Milo olarak bilinen meşhur Afrodit heykeli, Ramses II ve Horses Of Marley heykelleri gibi binlerce farklı eseri burada bir arada görmek mümkün...
Her eseri inceleyerek gezmenin mümkün olmadığı bu devasa müzeyi biz yaklaşık yarım günde tamamlıyoruz.
Çünkü Champs Elysees bizi bekliyor...



Champs Elysees

     Fransızların biraz taparak baktıkları ve dünyanın en güzel caddesi olduğunu düşündükleri Şanzelize'deyiz... Uzunluğu yaklaşık 2 km. Caddenin yarısı gördüğünüz üzere ağaçlık ve sağlı sollu parklardan, diğer yarısı ise karşılıklı alışveriş mağazalarından oluşuyor, bir nevi bağdat caddesi kıvamında... Yanından geçemez o ayrı mesele...
Fransa'da aradığınız hemen hemen her türlü mağazayı bu cadde'de bulmak mümkün... Meraklıları için ortasında bir de Paris Saint German takımının resmi satış mağazası var... Takımın resmi ürünlerini burada bulabiliyorsunuz... Caddeyi öğle saatlerinde gezecek olursanız sokak gösterisi yapan insan ya da gruplara rastlamamanız mümkün değil. Daha çok göçmen tiplerden oluşan bu küçük gruplar insanlara "yetenek sizsiniz" tadında küçük gösteriler yapıyorlar... Bu cadde üzerinde Paris'in bir çok yerinde de görebileceğiniz "Quick" isimli  fast food Restoranının'da da bir şeyler yemenizi tavsiye ederim. Quick'in hikayesi şöyle: Fransız devleti ulusal çıkarlarını korumak adına ülkeye tek yabancı fast food zincirinin yeterli olacağına karar veriyor ve Burger King'i ülkeye sokmayıp sadece Mc Donalds'a giriş izni veriyor ve karşısına da rakip olarak Quick'in kurulmasını teşvik ediyor. Ve başarılı da oluyor, Quick'in doluluk oranının daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Çok takdir ettiğimiz bu davranışı kutlamak adına Şanzelize'deki Quick'de yiyoruz öğle yemeğini. Hamburgerleri fena değil açıkçası özellikle tavuklu menüleri gayet lezzetli...



Arc de Triomphe


     Türkçe ismiyle Zafer Takı. Yeşil, Sarı ve Mavi Metro hatlarının kesişim noktası olan Charles de Gaulle-Etoile durağında inilerek ulaşılabilinir. Ama biz Şanzelizeyi boylu boyunca yürüyerek ulaşmayı tercih ettik. Gene Napolyon'un emriyle inşaatına başlanan  ancak savaş sebebiyle Napolyon zamanında tamamlanamayan Anıt 50 mt yüksekliğinde ve altında 1.Dünya savaşında ölen Fransız askerleri için 1923 yılından beri hiç söndürülmediği söylenen bir ateş ve sembolik "meçhul asker" mezarı mevcut.  En üst katına merdivenlerle ulaşmak mümkün. Bedeli kişi başı 9 Euro. Merdivenleri üstte görebilirsiniz biraz yorucu ama tepede sizi bekleyen manzarayı gördüğünüzde değeceğini anlayacaksınız... 


Palace De Chaillot

     Zafer Takından, Şanzelizeye 90 derecelik bir açıyla uzayan Kleber caddesini takip ederek (15dak.) bu ihtişamlı saraya ulaşmanız mümkün. Bu Saray hem iki tarafa doğru uzayan kanat biçimindeki yapıların içerisinde barındırdığı müzelerle hem de iki yapı arasındaki avlusundan verdiği muhteşem Eiffel manzarasıyla görülmeye değer... Seine nehri Eiffel ile bu sarayın arasında girmiş adeta ama nehri her iki taraftan da görmek mümkün değil çünkü nehrin yatağı geniş ve düşük denebilecek bir yükseklikten akıyor...







La Tour Eiffel


     Ve işte Fransa'nın simgesi ve belki de dünyanın en ünlü demir yığını kule, Eyfel Kulesi... Fransız devriminin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde inşa edilmeye başlanmış olan kulenin inşası 1889'da tamamlanmış. Ah şu devrim olmasa nice olurmuş Fransa senin halin, diye düşünüyorum kendi kendime... Yılda yaklaşık Eyfel'in altına geldiğinizde ise çılgın bir sırayla karşılaşıyorsunuz. Yüzlerce metre desem abartı olmaz. Kesin olarak çıkmayı kafaya koyanlar için sabah erken saatlerde gelinmesini tavsiye ediyorum. Biz daha önce çıkmanın verdiği rahatlıkla öğleden sonra gelince an itibariyle mevcut sırayı beklemeyi göze alamıyoruz. Çünkü gerçekten beklenecek gibi değil.

     Eyfel'e çıkmanın harika bir de alternatifi var... Benim de yaptığım gibi Eyfelin önünde uzanan Champ de Mars 'da çimlerin üzerine uzanıp Eyfeli izlemek! İsmini Antik Roma savaş Tanrısı Mars'tan alan Mars Alanı, Eyfel ile Askeri Akademi (Ecole Militiare) arasında Parislilerin de uğrak yerlerinden biri. Buraya, imkanınız olursa bir şişe şarap ve mümkünse kadehiniz ile gidin çünkü, çimlerin üzerine uzanmış Eyfel'e doğru kadehlerini tokuşturan  Fransız çiftlerini gördüğünüzde imrenebilirsiniz...

     Kule'yi bir kere gece ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Çünkü geceleri daha ihtişamlı bir manzara sunuyor ve her saat başı saat 01:00'e kadar 5 dak. süren muhteşem bir ışık şov gerçekleşiyor. Gelmişken görmenizi tavsiye ederim...





     Gece Parisi gezmenin en güvenli yolu ise gene birçok yerde görebileceğiniz elektrikli araçlar. Araçlar tek dolum 250 km'ye yakın yol yapıyor, yarım saati 5 euro, günlük kiralama bedeli ise sanırım 12 euro civarı... Yalnız bu araçların kiralanması araç parklarının başındaki kulübeden yapılıyor. Kulübenin içindeki görüntülü ekrandan bir Fransız ile mülakat yapmanız gerekiyor ve aynı şekilde belgelerinizi aynı ekrandaki tarayıcıyla ibraz etmeniz gerekiyor. Bizim yanımızdaki Fransız arkadaş olmasaydı kiralamayı becerebilir miydik bilmiyorum. Ama gene de denemeye değer, böylece elektrikli otomobil sürme keyfine de ulaşabilirsiniz...


Hotel National des Invalides


     Champ de Mars'tan sonra Motte-Picquet caddesi takip edilerek gelinir bu ihtişamlı yapıya... Burası da 14.Louis döneminin, içinde birçok müze ve yapı barındıran, ihtişamlı eserlerindendir. Bizi daha çok Seine nehrine kadar uzanan meydanı etkiledi. Meydan, Invalides'ten sağlı sollu dizilen toplar ve sonunda Seine nehri üzerinde meydanı Şanzelize'ye bağlayan Alexandre III köprüsünün oluşturduğu uyum ve ihtişamdan yıkılıyor. Burası, sabah Sacre Coeur'dan başlayan ve onca harika yapı karşısında dayak yiyen bünyemize son darbeyi indiriyor.

     Pont Alexandre III 'e özel bir yer ayırmak gerekiyor... Lambaları, perileri, şövalyeleri ve kanatlı atlarıyla Paris'in en şaşalı ve abartılı köprüsü burası... Fransızlarla Rusların yaptığı ittifak antlaşmasını yapan  Çar'dan adını alan köprü 1900 yılında yapılmış.
Köprüye vurulmamak elde değil... Buraya sarı RER metro hattının Invalides durağı ya da normal metro'nun Assemble Nationale durağından ulaşmak mümkün. Köprünün devamında soldaki resim üstten kubbesi görünen yapı Grand Palais. Devasa bir müze ve sergi kompleksi. Karşısında da Petit Palais. Yani küçük ve büyük saray karşı karşıya... Petit Palais'in önünde bir de Winston Churchill heykeli var... Kendisine tarihten gelen bir çift lafı olanlar için bulunmaz fırsat...!

     Ayaklarımızın ağrıları doruğa çıkmasından anlıyoruz akşam olduğunu... Eve dönme vakti... Köprü'nün hemen ilerisindeki Assemble Nationale durağından metroya atlayıp evin yolunu tutuyoruz...



Yorumlar