Roma'da 1.Gün
13 Mayıs 2012
İstanbul gibi 7 tepe ve bir kanal (Tevere Nehri) üzerine kurulu ölümsüz şehir Roma.. Sayısız devletin başkenti; meydanlarıyla, çeşmeleriyle, akıl almaz yapıtları ve tarih desenli sokaklarıyla sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış ruhani şehir.. İtalyanca “Roma” olan bu şehrin adını tersten okuduğunuzda “Amor” olması da sanırım bu ruhani şehrin büyüsünün nereden kaynaklandığını biraz olsun açıklıyor.. Renklerin yaratabileceği en muhteşem şehir benim içinse eski bir dost.. İlkokul yıllarımda ailemle yaptığım geziden hayal meyal hatırladığım birkaç çeşme ve müzesiyle tozlu bir hayal.. Ve Gladyatör filmiyle tekrar ateşlenen bir arzu.. Bu sefer yanımda hayatımı getirdim ey Roma..!
Konaklama için tren istasyonu Roma Termini'ye yakın bir B&B'de karar kılmıştık.. Sonradan konum açısından doğru bir noktada karar kıldığımızı anladık.. Hem başka şehirlere, hem havalimanı ulaşımı hem de şehir içi dolaşımında çok faydasını gördük, tavsiye edilir..
İstasyonda iner inmez birkaç dakikalık yürümeyle 4 gün konaklayacağımız B&B City Mood'a ulaşıyoruz.. Gözlerimizle klasik bir motel görünümü ararken elimizdeki adres bir apartmanının önüne getiriveriyor bizi.. İçimizde beliren “Noluyoruz?? Kapıda mı kaldık?? Dolandırıldık mı? Sorularını sesli olarak soracakken İtalyanca İngilizcesi ile bizi karşılamaya bir Asyalı geliveriyor.. Güzel bir girişimcilik örneği, büyük bir apartman dairesi kiralanmış ve her odası bir hotel odası olarak düzenlenmiş, sadece mutfak ortak.. Açıkçası rahat bir konaklama geçirdiğimizi söyleyebilirim.. Kahvaltılar tüm Avrupadaki kahvaltılar gibi tatmin edici degil tabii.. Reçel, tereyağ, kek, kahve, yoğurt bir anda Roma’daki her günün başlangıcı oluveriyor..
Odaya yerleştikten sonra sırt çantamızı alıp koyuluyoruz yola.. İstikamet tekrar tren istasyonu.. Sebebiyse Roma Pass .. Büyük kolaylık her ne kadar Vatikan gibi kesin gidilesi bazı yerlerde geçmese de sırf Collesium'da sıra beklememek için alınır.. Birçok müzeye ücretsiz giriş ve 3 gün sınırsız toplu taşıma araçlarında kullanım sağlıyor.. İstasyondan aldığımız Roma Pass'la doğru metroya.. İstikamet elbette Collesium..
Colleseum
Yüzlerce kişilik sırada bekleyen soldaki insanlar ve onların yanından
yürüyüp gelen ortadaki mutlu bayan..
Dünyanın 7 harikasından biri olan bu 2000 yıllık devasa yapı zaman içinde geçirdiği değişiklikler ve maruz kaldığı yıkımlar yüzünden bu günlerde zor ayakta duran bir dev havasında.. Çoğu bölümü yıkılmış ve bozulmuş olmasından dolayı bir çok yerde resimli anlatım ve canlandırmalarla ziyaretçilere destek olunmaya çalışılıyor, çünkü görüntü gözünüzde çok fazla şey canlandıramayacak kadar yıkık.. Gladyatör dövüşlerinin, büyük hayvan avlarının ve tarihi savaş sahnelerinin canlandırılması için kullanılan bu arena belki'de Romanın en çok ziyaretçi çeken yeri..
Orjinal adının Flavian Amphitheatre (Latin: Amphitheatrum Flavium, İtalyanca: Anfiteatro Flavio or Colosseo) olduğu bu devasa yapıt adından da anlaşıldığı gibi Flavian hanedanlığı döneminde yaptırılmıştır. Nero’nun görkemli sarayınının kalıntıları üzerinde yükselen ve bir dönem imparatorunun büyüklüğünü kanıtlamak amacı ile yapımına başlanan bu yapı, Vespasion’un oğlu Titus zamanında günlerce süren ve binlerce hayvanının ölümü ile görkemli bir şekilde açılarak Romalıların başlıca eğlence merkezi haline gelmiş.Yaklaşık 50.000 kişi kapasiteli bu anfitiyatronun akılda kalıcı mimari özelliklerinden biri de bu kadar kalabalığın bir kaç dakika içinde kolayca tahliye edilebilir olması. Collesseum’un çıkılabilen en yüksek noktasından tamamına bakarken rehbere ya da kitaplara gerek kalmadan kast sistemi dahilinde hangi katlarda tahminen kimlerin oturduğunu, zenginlik ve yetki düzeylerini tahmin etmek pek de zor olmuyor. Burada gerçekleştirilen eğlenceler başlarda, sirk oyunları, araba yarışları, savaşların ve mitolojik hikayelerin yeniden canlandırılması gibi masumane eğlencelermiş. Bir süre sonra eğlenceye akla gelmeyecek bir yaratıcılık da katarak su savaşlarını daha iyi anlatabilmek adına Colleseum’u suyla doldurup gemi yüzdürdükleri de olmamış değil.
7 Temmuz 2007 de dünyanın 7 harikasından biri ilan edilen bu devasa yapının da depremler ve halkın yağmalamalarına maruz kaldığını öğrendiğimde 'İtalyanların bizim için Müslüman İtalyanlar, Türklerin de italyanlar için Hristiyan Türkler' değişi kulaklarımda çınlıyor. Zamana, doğal ve doğal olmayan her türlü felakete karşı 2000 yıldır ayakta durmaya çalışan bu yorgun devi saygıyla selamlıyoruz. Bizde tam bu sırada Gladyatörü yad ediyoruz. Çekimler için Colesseum’un bir benzeri kurulmuş olsa da, günün sonunda gezdiğimiz tarihi izlemenin keyfi bir başka doğrusu.
Bir nevi günah çıkarmak mıdır bilinmez, kullanıldığı süre boyunca ölüm meydanı haline gelmiş bu yapı, son 10 yıldır idam cezasına karşı yapılan protestoların simgesi haline gelmiştir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde idam cezası kalktığında Colesseum sesini bir hafta gece gündüz yanan ışıklarıyla duyuruyor..!
Collesium'dan çıkınca hemen arkasındaki Constantino kapısına bir göz atıp Roma Forumundan koşan adımlarla kaçarak Fori Imporialli'den doğru Vittorio Emanuele II Anıtına yollanıyoruz.. Kaçma sebebimiz saygısızlık değil forum alanının büyüklüğü sebebiyle gezmeyi göze alamayışımız.. 1911'de ilk birleşik İtalya kralı Vittoria adına yapılan yapının ilginç yanı tüm yapının saf mermerden inşa edilmiş olması.. Tazeliği ve renklerindeki canlılıkla şehirdeki pastel ve tarihi havayı yarıp geçiyor..
İçinde bir müze mevcut ama vakit tamam diyoruz ve çevresini dolaşıp doğru Capitoline Tepesi ve Piazza del Compidoglio ve Müzesi'ne yollanıyoruz.. Piazza del Compidoglio

Pantheon

Bina, dışarıdan çok büyük görünmese de içine girildiğinde devasa bir yapıyla karşılaşılıyor ve önündeki Piazza di Rolonda'yla mistik bir uyum sergiliyor.. Meydan ve meydana açılan ara sokaklar cafe ve restoran açısından çok zengin.. Huzurlu bir nefes ve ufak atıştırmalıklar için uygun bir dinlenme noktası burası.. Biz etkilendiğimiz bu yapıyı birkaç gün sonra tekrar ziyaret edip daha ayrıntılı inceleme şansı bulduk.. Dönemin bir çok önde geleni ve çocukken kırmızı bandıyla Ninja kaplumbağalardan biri sandığımız ressam Raphael'in mezarı da bu yapı içinde korunuyor..
Piazza Navona

Domitianus Stadyumu’nunun yerine yapılmış dikdörtgen şeklinde koca bir alan, ortasında üç harika çeşmeye ev sahipliği yapıyor; Fontana del Moro, Fontana di Nettuno ve ortadaki Fontana dei Fiumi. Bu çeşmelerin en ünlüsü Bernini'nin tasarladığı ortadaki Fontana dei Fiumi. Dünyanın dört büyük nehri dört devle temsil edilmiş. Bunlar; Afrika kıtası Nil, Avrupa Tuna, Asya Ganj ve Amerika Rio de la Plata ile temsil edilir.. Çeşme'de Nil nehrini simgeleyen dev'in başı örtülüdür.. Bir rivayete göre bu örtü, dev meydandaki kiliseye doğru baktığı için; bir rivayete göre de Nil nehrinin Avrupalılar tarafından çok sonraları keşfedildiğini simgelemiştir.. Meydanın bir tarafı sokak gösterisi yapan insanlarla, bir tarafı ise ressamların tablolarını satışa sunduğu tezgahlarla dolu.. Adeta bir sanat pazarı.. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel, gidilesi görülesi bir yer kısacası..
İspanyol Merdivenleri

Resimde görülen uzun cadde via Conditti.. Birçok pahalı italyan markasının bulanabileceği dükkanlarla dolu.. Biraz çevrede vakit geçirdikten sonra artık isyan eden ayaklarımızı dinlendirmek için merdivenlerin hemen sağından ulaşılabilen metroyla otelin yolunu tutuyoruz..
Yorumlar
Yorum Gönder