Roma'da 2.gün


14 Mayıs 2012

     Ertesi sabah erkenden ayaklarımızdaki sızıyla uyanıyoruz. Ama vakit kaybına tahammül yok güzel şehir, güzel insanlar ve güzel yemekler bizi bekler.. Çantaları hazırlayıp ufak bir kahvaltıyla hemen koyuluyoruz yola.. İlk durağımız Trevi Çeşmesi..



La Fontana di Trevi

     Gördüğüm en güzel çeşme desem abartmış olmam. Küçük bir meydanı neredeyse tamamen dolduracak
büyüklükte inşa edilmiş devasa bir yapı. Türkçe'de üçyol ya da aşk çeşmesi olarak da bilinen bu çeşme klasik ve barok dönemin en önemli eserlerinden. Bir rivayete göre üç yolun birleşme noktasından, bir diğer rivayete göre yeraltında 3 su kanalının birleşmesinden alır ismini. Denizin resmedildiği çeşme'de ortadaki Poseidon'a solda Demeter ve sağda Hygieia eşlik eder. Turistlerin en çok ilgi gösterdiği eserlerden biri olan çeşmenin havuzu bozuk paralarla dolu... Öyle inanılıyor ki, çeşmeye arkanızı dönüp bir dilek diler sonrasında omuzunuzun üzerinden havuza para atarsanız dileğiniz gerçekleşir.. Klasik bir turist alışkanlığı.. Her ne kadar bizim dileğimiz tutmuş da olsa insanın istemesiyle alakalı her şey.. Gene de teşekkür ederiz Poseidon'a :)
Çeşme öğle saatlerinde oldukça kalabalık, öyle ki temiz bir kare yakalamak zor o yüzden sabahtan ziyareti tavsiye edilir...



FC Roma

     Roma'nın şehir takımının mağazası gözüme çarpıyor ara sokaklardan birinde.. Girip görmemek olmaz..
1927'de faşist rejim zamanında kurulan Roma koyu bir şehir takımı.. Şehir Romalılar ve Lazio'lular olarak ikiye bölünmüş durumda, elbette Roma biraz daha önde.. Lazio faşistlerin, Roma ise halkın takımı.. Ezeli rekabette nadir yanyana görüldükleri anlar Roma polisiyle maç öncesi ya da sonrası yaşanan çatışmalar. Bu anlarda kısmen birbirlerine destek çıktıkları söylenebilir.
     Hani derler ya 40 yılda 1 diye.. Roma'nın Seria A macerası da aynen öyle.. 1942-1983-2001 yıllarında ancak 3 kez şampiyonluk yaşayabilmiş Roma güçlü ve zengin kuzeyliler arasından sıyrılıp. Başarıya endeksli günümüz endüstriyel futboluna kafa tutan Roma tarihiyle ve taraftarıyla günümüz Avrupa futbolunun önde gelen takımlarından biri... Satış mağazasının duvarı ise Roma'nın gurur tablosu.. Roma'da futbola başlayan ya da Roma'da yıldızı parlayan dünya yıldızlarının formalarıyla döşeli. Birçok yerde görmek mümkün bu mağazalardan gelmişken de bir şeyler almamak olmaz elbette. Forza Roma..!



Vatikan

     Vatikan'la ilgili sayfalar ciltler dolusu şey yazılabilir.. Kendine has sembolik bir ordusu, bayrağı, posta servisi olan ve yasama, yürütme ve yargı yetkisinin Papa'da toplandığı dünyanın en küçük yüzölçümüne sahip sembolik devleti Vatikan. Bence görülmesi gereken 3 yer San Pietro ya da Aziz Petrus Bazilikası ki çoğu insanın Vatikan diye bildiği yer, Sistine Şapeli ve Vatikan Müzeleri. Bu 3 görülmesi gereken yeri sıkı bir programla 1 güne sığdırmak mümkün. Tabi Vatikan'a çok erken saatte gelmek ve ilk olarak müzeleri gezemek şartıyla, aksi taktirde öğlen saatlerinde kuyruktan müzeye girmek işkenceye dönüşüyor.

     Eğer imkan varsa Aziz Petrus Bazilikasını bir rehberle gezmek oldukça faydalı olabilir.
Bizim yaptığımız gibi rehberli bir grubun peşine takılmak da bir olasılık tabi.. Tarihini bilmeden gezince bir süre sonra her şey birbirine benzemeye ve sıradanlaşmaya başlıyor çünkü.. 60.000 kişi kapasiteli bu devasa yapının tarihi 1400'lü yıllara dayanıyor ve günümüzde hristiyanlığın en büyük kilisesi olarak biliniyor.
     Kilise'nin iç tasarımı insanı hayrete düşürecek güzellikte ve içinde Hz.Muhammed'in de yer aldığı cennet cehennem freskini görmek mümkün, giriş ücretsiz.
     Bazilika'nın tepesinde 42 metre çapında ve çıkılabilen bir kubbe mevcut. İsteğinize göre ücreti karşılığı belli bir noktaya kadar asansör kullanmak mümkün.. Biz yürüyerek çıkmayı tercih ediyoruz, biraz zaman alıyor :) Ama kubbe eşsiz bir Roma manzarası sunuyor kesinlikle kaçırmamak gerek..
   
     Sistine Şapeli (capella sistina) belki de beni bölgede en çok heyecanlandıran mekanlardan biri. Boyutları itibariyle Tevrat'ta verilen Süleyman Tapınağı ölçülerine göre inşa edilmiş bu yapı hem Papa'ya ve hem de Papalık seçimlerine ev sahipliği yapıyor.
Şapele ün kazandıran eser ise Michalengelo'nun freskleri.

     Hem duvar'da ama özellikle tavan'da yer alan eserler eşsiz güzellikte.
Şapel'de "Adem'in Yaratılışı", "Kıyamet Günü" ve "Mahşer Sahnesi" gibi ünlü eserleri canlı gözle görmek mümkün.. Eserler öğrendiğimize göre, genel hatlarıyla insalığın yaratılması, düşmesi ve kurtarılmasını hristiyan doktrinler çerçevesinde resmedilmek amacıyla yapılmış.

     Şapel Vatikan müzeleriyle entegre bir konumda. Müzelere girmeden Şapele girmek mümkün değil. RomaPass maalesef burda işlemiyor ve müzelere giriş için yüklü bir euro'yu giriş'te bırakıyorsunuz. Girişte içim sızlasa da bir bölümü Anadolu topraklarından çalındığı belli olan eserler verdiğiniz paranın hakkını fazlasıyla veriyor. Yani bir hafta arayla hem paris hem roma'da müze manyağı olduktan sonra diyebilirim Louvre Müzesiyle tartışmasız kapışır. Her yıl 5 milyon'a yakın turistin ziyaret ettiği oldukça büyük bir mekan. Tarihe ilgisi olanlar için müzeye ayrı bir gün ayırmak gerekebilir.

     Müzenin içinde birbirinden bağımsız 4 ayrı müze var benim en çok ilgimi Etrüks müzesi çekti diyebilirim. Bunun dışında dünyaca ünlü ve ustalık eseri olarak adlandırılan sayısız heykel, tablo ve fresk görmek mümkün.
     En dikkat çekici ve hayran bırakan yerlerinden biri de çıkıştaki merdivenler. Giuseppe Momo tarafından yapılan 2 spiral merdiven aşağı inen ve yukarı çıkan iki ayrı grubu birbiriyle karşılaştırmadan hedefe götürüyor. Gerçekten eşsiz ve zeka dolu bir eser. İnsan hayran kalmadan edemiyor. Şimdi sırada yorgun bacaklara verilebilinecek en güzel hediye ve günün finali var.
   




Pizzarium

     Bu güzel gün kesinlikle daha güzel sonlandırılamazdı.
 Uzun zaman önce Vedat Milor üstadımızın programında görmüş ve listeye almıştım bu mekanı. İyi ki almışım çünkü o güne kadar yediğimiz en güzel ve uzun süre unutamayacağımız bir lezzetle karşılaştık burada. Vatikan müzelerine çok yakın, metroyla ulaşım sağlamak isterseniz metronun vatikan çıkışına 1 dak.lık yürüme mesafesinde Pizzarium (açık adres: via della meloria 43, 00136 Roma). 

     İnsan böyle bir tada her gün rastlayamaz dostlar Roma'ya gelip de bu tadı yaşamamak büyük hata olur. Bu zamana kadar pizza meraklısı bir insan olarak bu serüvenimi yaşanmamış sayıyor ve bugün itibariyle yeni bir hayata başlıyorum. En büyük üzüntüm uzun bir süre bu lezzetten mahrum kalmak. (1 yıl sonra boston'da bu özleme son verebildim, onu da yazacağım) Mekan klasik bir italyan mahalle pizzacısı, masa yok, gram usulü dilim pizza alıyorsunuz. Resim yanıltmasın önü genelde dolu bu koyduğum resim ertesi günkü kahvaltı amaçlı geldiğimiz andan.
     Genelde halk'ın rağbet ettiği pek turiste rastlamayacağınız bir yer. Lezzetleri benim kanıma göre pidesinde saklı. Malzemenin kalitesinin yanında pidesi bizim ramazan pidesi andıran bir lezzete sahip yani sadece pidesini oturup yiyebilirsiniz.

 Tavsiyem tek bir çeşide abanmak yerine tek tek tüm çeşitlerden tatmak.
     Pizza'ma eşlik etmesi için içerde satılan "Reinaert" markalı birayı seçiyorum. Sonradan öğreniyorum ki dünya çapında bir biraymış. Benim de çok hoşuma gitmişti zaten. Alkol oranı %9,5 içimi çok kolay, doyurucu ve o kadar pizza yememe rağmen hiç şişkinlik hissi vermiyor.
   
     Yemek sonrası tokluğun verdiği ağırlıkla da oturduğum bank'tan kalkmak istemiyorum. Bütün gün burda oturup acıktıkça içeri salvo yapıp tekrar bu banka geri dönmek istiyorum ama olmuyor maalesef. Ertesi gün maceralı bir gün daha bizi bekliyor o yüzden dinlenmek için Otel'in yolunu tutuyoruz.

   





Yorumlar